10 Şubat 2011 Perşembe

Otomatik Portakal

"Domatesin üstünde dörtnala koşan bir atı hayal edemeyen kişi gerizekalıdır..."
Andre Breton 


Doğru yere geldiğimden emin olmak için kapının üstündeki yazıyı bir kaç kez okuyorum:
"Av. Kenan Devren"
Sabah arayan adamın telefonda verdiği adres burası. Bembeyaz boyanmış, küf kokulu bir apartmanın dördüncü katı.
Zile basıyorum. Ses gelmiyor önce, zaten bahane arıyorum vazgeçmek için. Kimse olmadığına göre evime gidebilirim...
Döner dönmez kapı arkamdan açılıyor.
-Ooo hoşgeldin doktor.
Takım elbiseli, pala bıyıklı adam gülümseyerek içeri alıyor beni.
-Nerede kaldın yahu?
Adresi bulamadım diye yalan söylüyorum içeri geçerken. Burası eski bir apartman dairesi.
Hemen solumuzda genişçe bir oda var. İçerisi ameliyathane gibi dizayn edilmiş.
Al işte, dakka bir gol bir.
Sokağa bakan tek oda ve girişteki büyük oda dışında bütün odalar boş ve kapıları sökülmüş.
Pencereden dışarıda kar yağdığını görüyorum.
Üzerinde "devlet malzeme ofisi" yazan koyu renkli ahşap masanın önünde iki tane plastik sandalye var.
-Geç şöyle, rahatına bak diyor.
Sandalyelerden birinin bir bacağı kırık. Sağlam olana oturup söze başlamasını bekliyorum.
-Telefonda uzun uzun konuşamadık. Ne iş yapıyorsun doktor?
-Hastabakıcıyım.
-Güzeeel.
güzel olan ne diye sormuyorum. O kadar ürkütücü bir atmosfer var ki söylediği her şeyi kabul edebilirim
-Yalnız mı yaşıyorsun?
-Evet..
-Olayı gördün değil mi?
-Evet.
Konuşurken gözüm sürekli adamın bıyığına takılıyor.
-Yani adamın portakal sıkarken aniden cinnet geçirdiğini mi söylüyorsun?
-Evet.
Susuyor. Düşünceli düşünceli bana bakarken ceketinin iç cebinden çıkardığı Samsun paketinden bir dal çekip paketi masanın üzerine atıyor.
Pencereden yağan karı izliyorum. Adamın arkasındaki giysi dolabından tıkırtılar geldiğini sanıp kafamı o tarafa çevirince dikkatimi tekrar kendinde toplamak için öksürüyor.
-Adamı önceden tanıyor muydun?
-Hayır. Arada görürüm sadece.
-Peki görsen tanır mısın?
-Evet 
-Şimdi bana altı yaşında bir çocuğa anlatır gibi anlatmanı istiyorum, nasıl oldu olay?
-Akşam işten çıktım, evime doğru gidiyordum. Eve yaklaşınca her zamanki gibi pembe apartmanın zemin katına çevirdim kafamı. Güneşlikleri yoktur, ya da var da örtmezler, akşamları içerisi görünür. Televizyon açıktı. Kabarık saçlı adam her zamanki gibi portakal sıkıyordu. Tam pencerenin önünden geçerken adamın elindeki yarım portakalı bırakıp portakal kestiği bıçakla karısının üstüne yürüdüğünü gördüm. Karısı sobanın üstündeki askıya çorap asıyordu. Arkasından yaklaştı ve kafasından yakalayıp aniden boğazını kesti.
-Neye benziyordu adam?
-Ayıya. Geniş bir burnu vardı, kocaman kabarık saçları vardı. Esmerdi ve beyaz bir atlet giymişti.
-Hmm. Anlatmaya devam et lütfen.
Bunları söylerken bıyıkları alev almadan sigarasını bitirmeyi başarıyor ve yere atıp ayakkabısının ucuyla ağır ağır eziyor.
-Kanepedeki çocukların çığlık attıklarını görüyordum. Donup kalmıştım. Adam beni de görecek diye korkup kaçtım. Sonrası malum...
-Evet, adam karısıyla birlikte iki çocuğunu da kesip ortadan kaybolmuş.
-Karakolda ifademi verdim, bu arada siz kimin için çalışıyorsunuz?
-Biliyorum, size o ifadeden ulaştım zaten. Boşver şimdi bunları. Elimizde tarifine uygun bir adam var. Komşuların verdiği eşgalden yakaladık adamı. Polisin haberi yok henüz.
Tek görgü tanığı olarak önce seninle yüzleştirmek istedim...
Konuşurken arada sırada saatine bakıyor. Birini bekliyor sanki.
-Yüzleşmek mi?
-Sakıncası mı var?
-Yoo, yok tabii.
Ayağa kalkıp giysi dolabına doğru yürüyor. N'olur tahmin ettiğim şey olmasın... Evet, aynen öyle. Adam dolabın kapağını açınca elleri ayakları sımsıkı bağlanmış, ağzı sargılı zenci bir adam yere yuvarlanıyor. Soğuk soğuk terliyorum. Adamın koluna girip ayağa kalkmasına
yardımcı oluyor.
-Bu muydu?
Yanıma kadar sokulup burnundan aşağısını kapatan bezi çözünce Jimi Hendrix'le burun buruna geliyorum.
Hayır, hayal falan görmüyorum. Basbayağı Jimi Hendrix bu.
Tekrarlıyor:
-Bu muydu?
-Bu, bu jimi hendrix.
O da rahatlamış olacak ki gülümsüyor.
-Sigara...Sigaranız var mı?
Değil Türkçe, Sanskrit  bile konuşsa bu haldeyken sigara istediğine göre Jimi Hendrix'ten başkası olamaz.
Avukat masadaki samsun paketinden bir tane çıkarıp yakıyor, peşinden bir tane daha yakıp ilkini Jimi'nin ağzına sokuyor.
Bana da teklif ediyor, almıyorum. Belki buraya kadar yaşanan her şeyin rüya olduğunu kabul edebilirim ama açıkta kalmış hiç bir göt, Samsun 216 içen Jimi Hendrix gösterecek kuvvette değildir.
-Hayır bu değildi diyorum.
Bu muydu yoksa? Kendim de emin olamıyorum.
-Verdiğiniz tarife uyuyor ama.
-Evet. Evet ama bu tarife uyan milyonlarca zenci bulabilirsiniz.
-Ben zenci değilim, diyor Jimi.
-Sen konuşma.
Avukat azarlayınca derin bir nefes daha çekiyor sigarasından.
-Biz konuşturmaya çalıştık ama inkar etti, eğer eminsen o olduğuna
polise teslim edeceğiz.
Hayatımın en büyük kararlarından birini vermek üzere olduğumu hissediyorum. Ya azılı bir katili sokağa salacağım ya da Jimi Hendrix'i hapse tıkacağım...
Tekrar bakıyorum yüzüne. O olduğuna yemin edebilirim. Alaycı gülümsemesi, alnındaki yara izleri, sigarası.
-Evet buydu.
-Teşekkür ederim, Adem bey. Birazdan arkadaşlarım onu götürecek. Seni de yorduk dinlen biraz.
Ayağı kırık sandalyeyi gösteriyor oturmam için. Bayılacağımı hissediyorum.
-Kenan bey... Ben gitsem artık?
-Olur mu öyle şey? Oturun lütfen. karakola giderken biz de yanında olmalıyız.
Sağlam sandalyeye oturuyorum. Avukat kendi koltuğunda, ben sandalyemde ve Jimi ayakta hep birlikte polislerin gelmesini bekliyoruz.
Sonunda zil çalıyor. Avukat acele etmeden kalkıp ağır adımlarla kapıya yöneliyor. Delikten dışarıdakini izliyor. Bir kaç saniye sonra kapıyı açıyor
-Ooo hoşgeldin doktor.
Deri ceketli adamı içeri alırken gülümsüyor.
-Nerede kaldın yahu?
Jimi'yle birbirimize bakıyoruz. Göz kırpıyor bana. O kadar rahat ki bağlı olan benmişim hissine kapılıyorum.
Doktor dediği adam konuşmaya başlıyor:
-Bunlar mı?
-Evet.
-Şu portakal hikayesi değil mi?
-Evet.
-Güzeeel.
-Önce hangisinden başlayacağız?
-Zenci olandan başlayalım bence.
-Ben zenci değilim, diye lafa karışıyor Jimi.
-Peki, sen bunu içeri al ben de geliyorum.
Avukat Jimi'nin koluna giriyor ve içerideki odaya yürümeye başlıyorlar.
Doktor gülümseyerek yanıma yaklaşıyor, cebinden bir şırınga bir de tüp çıkarıp içindeki sıvıyı şırıngaya çekiyor.
Kaçmak istiyorum ama bacaklarımın hakimiyeti bende değil.
“Acımayacak” demesini bekliyorum, hiçbir şey söylemiyor.
İğneyi boğazıma sokup bastırıyor. Gözlerim kararırken son hatırladığım sırıtan doktorun sarı dişleri oluyor...

3 yorum:

  1. samsun içen jimi :)
    hikaye harikuleyt ama devamı nerde bunu yahu ?
    ya da bu nerden kimden alıntı
    ya da ya da
    yoksa ! ?

    YanıtlaSil
  2. gayet başarılı bence. bu hikayelerden daha fazla yayınlaman için sana psikolojik baskı yapayım bari. nasılolacaksao

    YanıtlaSil